30 Ekim 2011 Pazar

Eskişehir'de Bir Hafta Sonu


Eskişehir, nedense gitmeden sempati duyduğum ve merak ettiğim şehirlerden biriydi. Hayatımın neredeyse tamamı İzmir’de geçtiği için denizi olmayan şehirlerde uzun süre kalamayacağımı düşünürdüm. Deniz kokusu olmadan nefes alamam gibi gelirdi… Bu önyargıma rağmen Eskişehir’i sevdim. Neden sevdim, bu şehirde neler yaptım, gelin anlatayım size.


Konforlu bir otobüs yolculuğu sonrası akşamüzeri Eskişehir'e geldik. Film, müzik, dergi, kitap derken 6,5 saatin nasıl geçtiğini anlamadım. Otogardan kalacağımız yere ulaşmak için tramvayı kullandık, böylece yavaş yavaş giden tramvayda mini bir şehir turu yapmış olduk. Tramvayı, burada geçirdiğimiz iki buçuk gün boyunca pek çok kez kullandık ve çok memnun kaldık. Seferleri çok sık, ucuz ve pek çok noktaya kolaylıkla ulaşabiliyorsunuz. Otelimize yerleştikten sonra en yakın noktadan şehri keşfe başlayalım dedik ve tramvay yolunu yaya olarak takip edip çarşı civarında dolaşmaya başladık. İlk dikkatimizi çeken, şehirde genç nüfusun fazlalığı oldu. Şehirde herkes genç; sanki yaşlı, hatta orta yaşlı kimse yok gibi…  Her yer cıvıl cıvıldı, şirin kafeler, renkli dükkânlar, gülümseyen insanlar... Üniversite şehri olduğu için çarşı çevresinde en çok yiyecek mekânları ve giysi mağazaları ağırlıktaydı ve her ikisinde de hem seçeneğin bol olduğunu hem de fiyatların uygun olduğunu belirtmeliyim. Bu çevrede özellikle araç trafiğine kapalı, sadece yaya ve tramvay için açık olan Doktorlar Caddesi’ne ayrı bir sempati duydum. Burası bana İzmir'in Kıbrıs Şehitleri'ni, İstanbul’un İstiklal'ini hatırlattı. Çarşı turumuz esnasında bir de büyük bir alışveriş merkezi olan Espark’ı gördük, ama alışveriş merakımız olmadığından içini gezmedik.



Yemek faslına gelince, gidilecekler listesinde bulunduğumuz noktaya en yakın olanı Papağan'dı; orada çiğ böreğin tadına baktık. Gitmeden önce pek çok kimseden buranın methini duymuştum, nette biraz araştırdığımda ise bir o kadar da olumsuz bahseden olduğunu gördüm, deneyelim görelim dedik. Tahmin ettiğimin aksine kalabalık değil boştu, servis hızlıydı (en çok bu konularda şikayet duymuştum). Çiğ börek sıcaktı ama yumuşaktı, ben çıtır umuyordum, Daha iyisini yiyene kadar -ondan birazdan bahsedeceğim- İzmir’de -hatta Alaçatı’da-yediğim çiğ börek daha lezzetliydi diye düşünecektim.



Çiğ böreği sadece tadımlık yediğimiz için yemek arayışımız sürdü. Mehmet Yaşin’in programında görüp gitmek için notlarıma eklediğim Tatlıdil Köftecisi kapatmıştı -saat 9 civarıydı!- “Balaban Kebabı bulunur” yazdığı için - şehre özgü bir yemek olduğundan merak ediyordum- Bool Köfte yazan bir yere rastgele girdik. Balaban kebabı, altta pide, üzerinde domatesli sos ve yoğurt en üstte de köfteler ve ortasında çok az et şiş olan bir yemek. Tadı fena değildi, ama iyi yapılan bir yerde çok daha lezzetli olacağından eminim. Orada bir de “ada kebabı”nı deneyelim dedik, bu yemeğin de tabanı aynen “balaban kebabı” gibi, farklı olarak üzerinde bol kimyonlu dilimlenmiş tavuk ızgara vardı. Her iki yemeğin de soğuk gelmesi ve servis için uzun süre beklememiz rastgele bir yere girmememiz gerektiğini gösterdi bize. Burada üzümden yapılan bir içecek olan şırayı da denedik, ama üzümden çok su tadı baskındı.



Gezimizin ikinci günü hedefimiz, fotoğraflarını görüp evlerinin güzelliğine hayran olduğum ve görmek için sabırsızlandığım Odunpazarı’ydı. Eğer vaktiniz uygunsa burası bir gününüzü ayırmanız gereken bir yer bana göre.



Bu bölgede gezilecekler listemde Cam Müzesi, Atlıhan El Sanatları Merkezi, Kurşunlu Camii ve Külliyesi, Lületaşı Müzesi ve Şelale Park yer alıyordu. Ben bu sırayla gezmedim, ama size bu sıralamayı tavsiye ederim.



Restore edilen evlerin bulunduğu sokakta yürümeye başladım, her sokağı detaylı bir şekilde gezmek ve bol bol fotoğraf çekmekti niyetim. Evlerin hepsi birbirinden güzeldi gerçekten. Oradaki eski ve yıkılmak üzere evleri, bir de restore edilip hepsi ayrı renkte, ışıl ışıl evleri yan yana görünce bu restorasyonla belediyenin ne kadar güzel bir iş yaptığını gördüm, “Geleceğe miras bıraktık” demekte haklıydılar.



Ben Kurşunlu Camii’ne doğru giden ve kalabalık olan sağdaki yoldan değil, boş olan soldaki sokaktan gitmeyi seçtim daha rahat fotoğraf çekebilmek için. O yolda güzel evlerin fotoğraflarını çekip o evlerle, orada yaşayan insanlarla ilgili hayaller kurarak ilerlerken Şelale Park’ın tabelasını gördüm. Ne kadar ilerde olduğundan habersiz yürümeye başladım, etrafta hiç insan olmayıp sadece araba geçiyor olması, yakın olmadığını düşündürdü ise de azimle devam ettim ve süre tutmadım ama sanırım en az yarım saat boyunca mola vermeden dik bir yol boyunca yürüdüm. Neyse ki yol boyunca çeşmeler vardı… Aracınız varsa o şekilde çıkmanızı tavsiye ederim, yoksa yürüyerek de çıkabilirsiniz ama benim gibi öğle sıcağında ve (fotoğraf makinası gibi) bir ağırlıkla denemeyin derim.



Şelale Park’a ulaştığımda gördüğüm manzara yorulduğuma değdi, dedirtti. Burada Eskişehir’i tepeden ve geniş bir açıyla görebiliyorsunuz. Ayrıca orada keyfinize keyif katmak için bu manzara eşliğinde soğuk bir şeyler içebileceğiniz ya da meşhur çiğ böreğin tadına bakabileceğiniz bir tesis de mevcut.



Buraya oturmak istemezseniz izleme terası denilen bölümlerdeki banklara oturup ya da çimlere uzanıp manzaranın tadını çıkarabilirsiniz.



Burada kantin işlevi olan bir değirmen ve renkli bir çocuk parkı da var. Tabii parka adını veren şelaleyi unutmamalı. Su sesi her zamanki gibi insana huzur veriyor ve atmosferi daha da güzelleştiriyor.



İniş yolu çıkışa göre daha rahat ve kısa sürdü. Aklımda erken kapanabilecekleri düşüncesiyle önce müzeleri gezmek vardı ama önüme ilk olarak Kurşunlu Camii çıktı. Rehber, kalabalık bir gezi topluluğuna camii hakkında bilgi veriyordu. Bir ara onların peşine takılmayı düşündüysem de yalnız dolaşma fikri daha ağır bastı ve camiin fotoğraflarını çektikten sonra iç kısmında yer alan Lületaşı Müzesi’ne girdim. Çok büyük bir müze değil, ama ilgi çekici.




Burası iki salondan ibaret. Girişin solunda yer alan salonda lüle taşından yapılmış ürünler sergileniyor, karşısında yer alan salonda ise yine lületaşından yapılmış çeşitli objelerin, takıların, ebru ve hat sanatı ile hazırlanmış ürünlerin satışa sunulduğu bir salon var.



Lületaşı Müzesi’nden sonra bir iki dakikalık yürüyüş mesafesinde Atlıhan El Sanatları Çarşısı vardı. Burada da ağırlıklı olarak lületaşı ile hazırlanıp satışa sunulan el emeği ürünler bulunuyor. Çok büyük bir yer değil, ama görülmeye değer, özellikle takı ve aksesuar merakınız varsa…


Buranın çıkışında park halinde nostaljik arabalar gördüm, daha sonra bunları TRT için çekilen Mor Menekşeler dizisi için orada bulunduğunu öğrendim.


Oradan Cam Müzesi’ni aramaya koyuldum, yanlış yol tarifleri ile çok dolaşarak bulduğum müzenin cadde üstünde, hemen fark edilecek bir konumda olduğunu görünce şaşırdım. Bu müzeye akşamüzeri 5 civarı kapanacağı endişesiyle ulaştığımda, saat 7’ye kadar açık olduğunu öğrendim. Buraya girişin de Lületaşı Müzesi’ne girişin de ücretsiz olduğunu belirteyim bu arada.



Cam Müzesi, önce girişindeki görkemli avize ile karşılıyor. Ardından müzedeki odacıkları dolaşmaya başladığınızda camdan yapılmış çok değişik ürünleri görme imkânınız oluyor.


Burada yer alan bir odada ise Cumhuriyet Kadınları adlı fotoğraf sergisi yer alıyor. Bu sergide fotoğrafların yanı sıra sergide yer alan isimlerin özel günlerine ait kıyafet örnekleri de bulunuyor. Yine aynı bölgede bulunan Cumhuriyet Tarihi Müzesi’ni ise kapalı olduğu için gezme fırsatım olmadı.


Bu uzun ama keyifli geziden sonra sıra akşam yemeğine geldi. Bu kez işimizi tesadüfe bırakmayarak tavsiye edilen bir mekân olan -hatta İzmir’deyken web sitelerinden menülerini incelediğim- Eskişehir Çiğ Börek Evi’ne gittik. Burası adı çiğ börek evi olmakla birlikte Eskişehir ve Tatar mutfağına ait pek çok yerde bulamayacağınız özel yemekleri hazırlayıp sunan bir mekân. Menüyü görünce bize değişik gelen, daha önce tatmadığımız yemeklerden hangisini seçeceğimizi şaşırdık. Bazılarının tükenmiş olması işimizi kolaylaştırdı J Buraya gelmeden önce mutlaka tatmamızın tavsiye edildiği “sorpa çorbası” ile açılışı yaptık. Kuzu eti kullanıldığı için tadının ağır olacağını sanmıştım, ama kesinlikle öyle değil, çok lezzetli bir çorbaydı. Sorpa dışında menüde “kaşıkbörek” çorbası da dikkatimi çekti, ama diğer yemekleri tadabilmek için denemedim. Bizimle ilgilenen garson, ana yemek olarak balaban kebabı ya da et savut önerdi, bir gün önce balaban kebabını denemiş olduğumuz için tercih etmedik, ama buradakinin daha lezzetli olduğundan eminim. Et savut ise kol sarma dışında karışık ızgaradan oluşan bir tabak. Biz yöresel lezzetler tatmak istediğimiz için çiğ börek, göbete ve katlamayı seçtik. İyi ki çiğ böreğe bir şans daha vermişiz, buradakini çok sevdik, hamuru ince ve çıtır çıtırdı, önceki kadar yağlı değildi ve iç harcı daha lezzetliydi. Göbete ilk kez tattığım bir lezzetti, açıkçası iç harcında kıyma ve pirinç olduğunu bildiğimden klasik bir kıymalı börekten farklı bir şey değildir, şeklinde bir önyargım vardı. Ama yanılmışım baklava gibi incecik ve çıtır çıtırdı her katı. Yapımı biraz meşakkatli olup özel günlerde yapılan bu böreği tattığım için gerçekten şanslı görüyorum kendimi. Katlama ise yine göbetedeki gibi ince bir hamurun katlanıp pişirilmesi ile oluşan ne tatlı ne tuzlu bir hamurişi, ortasına şeker konularak servis ediliyor. Tatlı büfesinde bir şey kalmadığı için katlamayı tatlı niyetine yedik, ama menüdeki tatlılarda aklım kaldı. Ayrıca burada klasik mantının yanı sıra Özbek mantısı, Tatar mantısı gibi farklı mantı çeşitleri de vardı. Bu şehre turist olarak geldiyseniz ve sizin için bu yöresel tatları hazırlayacak Eskişehirli bir aile yoksa burayı kesinlikle tavsiye ederim.


Gezimizin üçüncü ve son gününe otogarın karşısında yer alan Kentpark’ı gezmekle başladık. Gerçekten görülmeye değer bir yer, gölet, yürüyüş parkuru ve yeşil alanın yanı sıra en ilgi çekici yanı plajı. Denizi olmayan bir şehre ancak bu kadar güzel bir plaj yapılabilirdi, kumuyla, şezlongu şemsiyesiyle her şey düşünülmüş. Bunu hayal eden ve hayali gerçeğe dönüştüren belediye başkanı gerçekten tebrik edilmeli. Şehrin her yeri olduğu gibi burası da çok temiz ve düzenli. Plaj kısmı hariç gölete giriş de ücretsiz. Plaj girişi ise oldukça uygun fiyatta.


Kentpark’tan sonraki durağımız Bilim, Kültür ve Sanat Parkı oldu. Tramvay ile Atatürk Lisesi’nin olduğu caddeye gelip oradan otobüs ile gittik (11 ve 17 numaralı otobüsler gidiyormuş, Sazova minibüsleri ile de ulaşım sağlanabiliyormuş). Kütahya yolu üzerinde yer alan bu parka, arabanız yoksa ulaşım biraz zor o yüzden detay vermek istedim J



Bilim Parkı’na girer girmez rengarenk, şirin mi şirin lokomotif dikkatimizi çekti. Bunlara binerek -bu da ücretsiz!- parkın etrafında bir keşif turu atabilirsiniz, çok keyifli kesinlikle atlamayın derim. Bu turda zaten iki yapı dikkatinizi çekiyor: Biri masal köşkü, diğeri ise korsan gemisi. Masal köşküne giremiyorsunuz, sadece fotoğraf çekebilirsiniz, gemi ise müze kategorisinde 1 TL’lik ücret karşılığında içini gezebilirsiniz.


Oradan ayrıldığımızda aklımızda gitmeden önce mutlaka yapmak istediğimiz Esbot turu vardı. Bunun için çarşıda bulunan Köprübaşı İskelesi’ne geldik, saatlerine daha önce belediyenin sitesinden bakmıştık, daha vakit olmasına rağmen kapasitesi dolduğu için binemedik, bir sonrakini beklerken bir yemek molası verelim dedik.


Az vakit olduğundan hemen karşıda yer alan Pino Hamburger’i tercih ettik. Daha önce bana tavsiye edilen bir yer olmasına rağmen pek beklentim yoktu. Ama “Pino hamburgeri” de “Pino tava” da çok lezzetliydi. En başta ekmeği ile fark yaratıyor, klasik hamburger ekmeğinden daha büyük ve lezzetli bir ekmeği var ve hamburgerin yanında bir tane de boş ekmek getiriyorlar J Hamburgerin içeriği de zengin. Eskişehir’e özgü bir hamburgerci olan Pino da memnun kaldığımız yerlerden biri oldu; denenmeli derim. Esbot’un hareket saatinde iskeleye varıp bir süre bekledikten sonra kanallardaki bir arıza yüzünden botun gelemediğini öğrendik. Bizim niyetimiz botla otogarın karşısında bulunan Kentpark’a geçip oradan otobüsümüze binip İzmir’e doğru yol almaktı. Maalesef Eskişehir’in güzelliklerinden birini yaşayamamış olduk ama size tramvay turunun yanı sıra bot turunu da mutlaka tavsiye ederim.

Gezimizi tamamlamadan önce, bana tavsiye edilen ama benim kısıtlı zamanımda gidemediğim yerleri de sıralayayım ki belki sizlerin işine yarar. Merkezde yer alan Haller Gençlik Merkezi, çok büyük bir yer olmasa da içindeki mekânlarla özellikle gençlerin tercih ettiği bir buluşma noktasıymış. Burada özellikle Mazlum Pastanesi’nde gelincik şerbeti ile soslanan su muhallebisini tatmam önerilmişti. Bunun dışında Eskişehir’in Laila’sı denilen 222, gece hayatını sevenlerin ya da canlı müzik dinlemek isteyenlerin ilgisini çekebilir.

Eskişehir’den dönerken alınacak şeyler olarak genelde lületaşından yapılmış ürünler, haşhaşlı hamur işleri (ekmek, börek vs) ve met helvası tavsiye ediliyor. Met helvası pişmaniyenin sıkıştırılıp farklı bir form verilmiş hali.

Eskişehir’de iki buçuk gün bize yetmedi, her anı çok keyifliydi. Burası tarihi ve doğal güzellikleriyle, yenilikleriyle, temiz ve düzenli haliyle, güleryüzlü insanlarıyla, lezzetleriyle kesinlikle görülmesi gereken ülkemin güzel şehirlerinden biri.

29 Ekim 2011 Cumartesi

Mürdüm Eriği Reçeli


Bu reçeli anneciğimle birlikte yaklaşık bir ay önce yapmıştık, o tarihten beri yayınlayamadım. Bu sene kış hazırlıkları yapmak için çok hevesliydim nedense :)  Bu konuda annemden yardım aldım, birlikte bu reçelden başka, salatalık ve biber turşusu, dondurucu için közlenmiş patlıcan hazırladık. Bir de tarifini yakında paylaşacağım kahvaltılık bir sos var. Yaklaşık iki haftadır işlerimin yoğunluğundan pazara gidemiyorum o yüzden hâlâ mürdüm eriği bulunabiliyor mu bilmiyorum ama yine de arşivimde olması için paylaşmak istedim.


Malzemeler:
  • 2 kilo mürdüm eriği
  • 3 çay bardağı toz şeker (biz az şekerli seviyoruz isteyen şeker ölçüsünü artırabilir)


Yapılışı:
  • Erikleri yıkayın, ortadan ikiye kesip çekirdeklerini çıkarın kalan parçayı da ikiye bölüp küp küp doğayın.
  • Tüm erikleri reçeli pişireceğiniz tencereye doğradıktan sonra üzerine şekeri dökün, kapağını kapatıp buzdolabına kaldırın ve bir gece bu şekilde bekletin.
  • Sabah sulanmış olan erikleri ocağa alın ve kısık ateşte erikler yumuşayana kadar (yaklaşık yarım saat) pişirin.
  • Henüz sıcakken kavanozlara koyun (isterseniz üzerini kapağın hava almaması için folyo ile kaplayın) ve kapağını sıkıca kapatın.
  • Bu ölçülerle fotoğrafta gördüğünüz ufak boy kavanozlardan 4,5 adet çıktı.

27 Ekim 2011 Perşembe

Ekim Ayını Geride Bırakırken...



Sizlerle en son cumartesi günü katıldığım ve çok keyif aldığım Meksika Mutfağı kursumu ve ertesi gün İzmirli yemek blogu yazarları ile buluştuğumuz kahvaltı etkinliğimizi paylaşmıştım. Sırada o hafta sonuna ait keyifli anları paylaşmak istediğim yazı vardı. Son günlerde yaşadığımız üzücü olaylar sonrasında değil keyifli anları anlatmak, hiçbir şey yazmak içimden gelmedi. Tanıyanlar bilir ben günlük hayatımda da moralimin bozuk olduğu zamanlarda içime kapanır, az konuşmayı ve yalnız kalmayı tercih ederim. Bunun bloga yansıması da uzun süre yaz(a)mamak şeklinde oluyor. Bugün ailemle ilgili güzel bir haber alınca içimde tekrar yazma isteği uyandı.


Sizinle paylaşmak istediğim hafta sonuna dönersek... Bademmutfak'ta Meksika mutfağından yemekler yapıp yeni şeyler öğrenmenin mutluluğu ile ayrıldıktan sonra çocukluk arkadaşım Ümmüş'ümle buluştuk. Bostanlı sahilinde denize nazır oturmuş sohbet ederken aklıma Zeytin İskelesi'nin kahvaltı etkinliği için göndereceği zeytinyağları geldi. Hemen eve geldik, neyseki kısa süre sonra Zeytin İskelesi'nin zarif hediyeleri geldi. Günümüzün kalan kısmını planlarken uzun zamandır birlikte sinemaya gitmediğimizi fark ettik ve Çiğli Kipa'nın yolunu tuttuk. Seçtiğimiz film One Day (Bir gün) idi, filme romantik komedi diye gittik ama komediden çok dram çıktı :( Filmden çıktığımızda düşen enerjimizi tekrar yükseltmek için yemek yiyelim dedik. Daha önce Özsüt Atolye etkinliğinde yemeklerini çok beğendiğim Özsüt'ün burada da şubesi olduğunu görünce hemen oturduk.  Arkadaşım California Burgeri seçti, ben ise yine tercihimi tavuktan yana kullanıp "atölye şinitzel" aldım, parmesan peyniri ve krema ile soslanmış tavuk, klasik şinitzelden farklı ve oldukça lezzetliydi. Yemeğimizin üzerine kahve gitti, çay geldi, çay gitti kahve geldi, sohbetimiz uzadı. Bir çayın kahvenin hesabını yapan işletmelere şahit olduktan sonra Özsüt'te yemeğin üzerine bu kadar ikram bizi memnun etti, e madem rahatımız yerinde bir de tatlı yiyelim dedik. Ümmüş'ümle doğumgünümde birlikte olamamıştık, o yüzden pasta istedik. Aslında Tijen'imin ödüllü pastasından yiyecektik ama kalmamış. Yeterince tok olduğumuzdan sembolik olarak bir dilim pasta istedik, ama sizin de gördüğünüz gibi o bir dilim pasta çikolata sosuyla, mum ve maytapla öyle güzel süslenip gelmişti ki çok mutlu oldum. Böyle bir talep olmamasına rağmen bu jesti yapan servis görevlisine bir kez de buradan teşekkür etmek isterim. İşini seven, benimseyen insan her yerde fark yaratıyor, hem kendi mutlu oluyor hem de karşısındakini mutlu ediyor, ne güzel!



Pastamızı da yedikten sonra Ümmüş'le eve geldik, canım arkadaşım bana doğum günüm için hediyelerini verdi. Yukarda fotoğrafını gördüğünüz mutfak önlüğü takımını Ümmüş'üm düşünmüş ve annesi ile babası da dikmişler. Alınca çok duygulandım, Gülay teyzecim, Osman amcacım elinize sağlık, ne kadar incesiniz. Elbette her hediye değerli, ancak sizin için vakit harcayıp el emeği göz nuru harcanması çok özel.


Ertesi gün Ümmüş'le kahvaltı etkinliğine katıldık ve o yazıda da anlattığım gibi çok keyifli vakit geçirdik, bizim için dolu dolu güzel bir hafta sonu oldu. Bitti mi? Hayır bitmedi :) Bir sonraki hafta sonu Ümmüş'le bizde buluştuk, iş çıkışı olduğundan pratik ama lezzetli -olduğunu düşündüğüm- bir menü hazırladım ikimiz için. Menüde köfte, mantar sote ve sütlü erişte (bunu daha sonra yayınlayacağım) vardı. Sohbet eşliğinde yaklaşık iki saatte yemeğimizi yerken önce kuzenim Emel, daha sonra Ümmüş'ün kuzeni Ersun Bey de bize katıldı (bu arada kuzenlerimiz karı koca biliyorsunuz değil mi? :) Ümmüş'üm her zamanki gibi eli boş gelmemiş pasta (ve tabii ki mum ve maytap) getirmişti. Önceki hafta Bostanlı'dan apar topar eve geldiğimizde keşke Bravo Pastanesi'nde pasta yeseydik dediğim için de pasta oradan alınmış, hem de ahududulu. Demem o ki zevklerime ya da söylediklerime bu kadar dikkat eden bir arkadaşım olduğu için şanslıyım :) Ekip toplanınca tabi e pasta var mum var naptık, bir kez daha dilek tut, mumları üfle, alkış :)) Bu sene maşallah ekim ayının her haftası doğum günü kutlamaları ile geçti.  Ertesi gün de yine Ümmüş'le Muzo'nun gösterisini izlemeye giitik, şimdi radyo showunu pek dinleyemesek de eski günleri yad ettik.

Tabi bu yazıda Ümmüş'ümle olanları sizinle paylaştım ama öncesinde kuzenim Emel'in ve iş arkadaşım Seçil'in de sürprizleri oldu, onları da anmadan geçmemeliyim :) Bu yazı çok kişisel oldu farkındayım, hatta blogda bu tarzdaki -günlükvari- ilk yazı oldu. Sıkılmadan buraya kadar okuduysanız güzel anlarımı paylaştığınız için teşekkür eder, size de güzel bir hafta sonu dilerim :)

18 Ekim 2011 Salı

Bademmutfak'ta Meksika Mutfağı Eğitimi



Bildiğiniz gibi sizlere her ay İzmir'deki yemek kurslarını duyurmaya çalışıyorum. Bu yazıları hazırlamak için yaptığım araştırmalarda pek çok konu dikkatimi çekiyor ve fırsat buldukça bunlara katılıyorum. Katıldığım kurslarla ilgili izlenim ve fotoğrafları da paylaşıyorum ki ilgi duyanlara, gitmek isteyenlere fikir versin.


Bugün de sizlere hafta sonu katıldığım bir yemek kursundan bahsedeceğim. Kursun konusu Meksika Mutfağı'ydı. Kursu veren Serkan Ateş, İzmir'de Meksika yemeklerini yiyebileceğiniz tek yer olan Tex Mex'in şefi. Dolayısıyla bu mutfağı tanımak için İzmir'deki en doğru isimlerden biri. Kurs için burayı  tercih etmemde başarılı şef kadar, Bademmutfak'ın güleryüzlü sahibesi Beyhan Hanım da etkili oldu. Şirin mutfağı ve sıcak ortamı  ile oraya sık sık gitme isteği uyandırıyor, bağımlılık yapıyor Bademmutfak :)

Kursta toplam dört kişiydik, kısa bir tanışma faslından sonra önlüklerimizi ve bonelerimizi takıp çalışmaya başladık. Serkan Şef bizim için Meksika mutfağından üç lezzet seçmişti: bunlardan biri başlangıç, biri ana yemek, bir diğeri ise tatlıydı.



Başlangıç için Guacemola Tortilla  hazırladık. Ana malzemesi avakado olan bu sos cipslerin yanında ya da fajitanın yanında lezzetli bir eşlikçi.



Ardından ana yemek olan Tavuk Fajitas hazırlıklarına başladık. Meksika mutfağı denince belki de akla ilk gelen yemeklerden biri olan fajitanın yapımını ve hazırlarken dikkat edilmesi gereken noktaları anlattı şefimiz. Bu esnada yemeğin yanında sunulan salsa sos, peynir sos ve ekşi kremalı sos hakkında bilgiler verdi.



Tatlı olarak ise Mango Chimichanga hazırladık. Mango ve tortilla ile hazırlanan bu tatlı hem pratikti hem de hafif ve lezzetli. Yanında çikolatalı sos ve dondurma ile çok ferah bir lezzet. Özellikle acı ve baharatın hakim olduğu bir yemeğin üstüne çok uygun bir tatlı. Şefimiz genel olarak Meksika mutfağında hafif ve meyveli tatlıların ağırlıkta olduğundan bahsetti.


Hazırlıklarımızı tamamladıktan sonra soframızı kurduk, bir yandan sohbet ederken bir yandan da yaptıklarımızı tattık. Benim için çok keyifli bir gündü, mutfakta zaman geçirmek, yeni bir mutfağı tanımak, yeni şeyler öğrenmek çok güzeldi. Lezzetli bir öğle yemeği de cabası :) Bu güzel günde emeği geçen Şef Serkan Ateş'e ve Beyhan Ildız'a çok teşekkür ediyorum. Sizler de mutfağa ilgi duyuyorsanız yarım gününüzü ayırın ve böyle bir kursla kendinizi ödüllendirin derim.

İletişim bilgileri:
Beyhan ILDIZ
http://www.bademmutfak.com/default.aspx
info@bademmutfak.com
6446/1 Sok.No:8 Atakent-İzmir
Tel:0232 330 46 40

17 Ekim 2011 Pazartesi

İzmirli Yemek Blogu Yazarları Kahvaltı Etkinliği


Her şey Bahar'ın "bir pazar kahvaltıda toplanalım mı?" dediği maili ile başladı. Sadece tanıtım etkinliklerinde bir araya geldiğimiz için -İzmir'de de malesef bu tarz etkinlikler çok seyrek olduğundan!- bu teklife çok sevindim. Ne zaman olsun, nerede olsun derken nihayet tarih ve yere karar verildi. Geçtiğimiz pazar günü Balçova'da İzmirli blog yazarı arkadaşlarla bir araya gelebildik. Daha önceki etkinliklerde tanıştığım arkadaşlarımın yanı sıra yeni tanıştığım arkadaşlarım da oldu. Bloglar dolayısıyla birbirimizi, zevklerimizi, neyi sevip sevmediğimizi, ne yiyip içtiğimizi biliyor olsak da yüz yüze sohbet etmenin keyfi başkaydı tabii...


Bu duygularla başladığımız kahvaltı, ortamın sıcaklığı, sohbetin güzelliği ile coşkulu bir şekilde devam etti.


Kahvaltının en güzel yiyeceği -restoran sahibi kusura bakmasın ama!- Serap ablacığımın ekşi mayalı ekmeğiydi. Onun "lezzetli somunlarını" blogundan takip ediyorduk, ama tatmak mümkün olmamıştı. İşte kahvaltımıza bu mis gibi, tazecik, ev yapımı ekmekler eşlik etti. Serap ablacım tekrar ellerine sağlık.



Kahvaltımızı yaptıktan sonra bol bol fotoğraf çektik, çekildik. (fotoğraflara facebook sayfamdan bakabilirsiniz.)



Kahve faslında bizi bir sürpriz daha bekliyordu. Zeynep Hanım bize kendi yaptığı çikolatalardan getirmişti. Onları nasıl anlatsam bilemiyorum tatmanız lazım :) İçi böğürtlenli (zaten böğürtlenli her şeye zaafım var), badem ezmeli (bunlar da muhteşemdi) ve karamelize sütlü olmak üzere üç farklı çeşitte çikolata hazırlamıştı arkadaşım. Tatlarının yanı sıra görüntüleri de harikaydı. Zeynep hanıma bu inceliği için çok teşekkür ederken bunun gibi nefis çikolatalar ve pastalar için kendisine sipariş verebileceğinizi de hatırlatmak istiyorum :)



Sonra Baharcığım buluşmamızı renklendirmek için bize hediye gönderen firmaların paketlerini takdim etti. Bu hediyeler arasında İzmirli blog yazarlarına ayrı bir değer veren Carte Dor'un ürünlerinin yanı sıra Nivea'nın, Elidor, Axe ve Rexona'nın ürünleri de vardı. Tüm bu güzel hediyeler için firma yetkililerine ve iletişimi sağlayan Seda Korkmaz'a çok teşekkürler.



Hediyelerimiz bu kadarla kalmadı... Zeytin İskelesi de bizler için şık şişelerdeki zeytinyağlarından göndermişti.
Bir İzmir firması olduğu için ve evimde sürekli zeytinyağlarını kullandığımdan onların bu etkinliğe katkı sağlamasını çok istemiştim. Zeytin İskelesi'ne mail gönderdikten sonra çok kısa sürede firma yetkilisi Tuğba Çelikel etkinliğimize ilgi gösterdi. Tuğba Hanıma ve Zeytin İskelesi'ne katkılarından dolayı çok teşekkür ederim.

Son olarak da tabii ki bugünü organize eden Bahar'a ve katılımıyla güne renk katan blog yazarı arkadaşlarıma çok teşekkür ediyorum.

14 Ekim 2011 Cuma

Sütlü Bulgur Pilavı


Mini iftar davetimizden bir tarif daha... Bulgurla yapılan pilavlar arasında favorim domatesli olsa da bu kez farklı bir şekilde pişirmek istedim ve bu tarif ilgimi çekti. İçindeki sütün tadı  pilav piştikten sonra hissedilmiyor, ama süt sayesinde lezzetli ve besleyici bir pilav oluyor. Ben tavuk kebabının yanında servis ettim, siz de et ya da tavuk yemeklerinizin yanına değişik bir seçenek olarak deneyebilirsiniz. 

Tarif Lezzet dergisinden.

Malzemeler: (6 kişilik)
  • 1 adet soğan
  • 2 adet salçalık kırmızı biber
  • 2 adet sivri biber
  • 2 su bardağı pilavlık bulgur (ben 1,5 kullandım)
  • 2 su bardağı süt
  • Yarım su bardağı sıcak su
  • 2 yemek kaşığı tereyağ
  • 1 yemek kaşığı sıvı yağ
  • Tuz, karabiber
Yapılışı:
  • Soğan ve biberleri yemeklik doğrayın.
  • Tencerede tereyağ ve sıvı yağı ısıtın, soğan ve biberleri ekleyip kavurun.
  • Bulguru ilave edip 3-4 dakika daha kavurun.
  • Süt ve suyu ekleyip kaynamaya bırakın.
  • Kaynadıktan sonra tuzu ve karabiberini ekleyip tencerenin kapağını kapatın. Kısık ateşte pişirin.
  • Suyu yeterli gelmezse su ilave edin.

12 Ekim 2011 Çarşamba

Tavuk Kebabı


Yine mini iftar davetimizden bir tarifle devam ediyorum. Bu köfteleri biri çöp şişte, biri de klasik köfte şeklinde olmak üzere iki kez yaptım ramazanda. Her iki şekli de beğenildi. Tavuğu çok sevmeyenlerin bile beğeneceği bir lezzet çıktı ortaya. Daha önce denemediyseniz tavsiye ederim.
Malzemeler: (4-6 kişilik)
  • 2 adet tavuk göğsü
  • 1 adet kuru soğan
  • Yarım demet maydanoz
  • 1 diş sarımsak
  • 1 adet yumurta akı
  • 2-3 yemek kaşığı galeta unu
  • Tuz, karabiber
Yapılışı:
  • Soğan, sarımsak ve tavuğu robotta çekin.
  • Maydanoz, yumurta akı, galeta unu, tuz ve karabiberi de ekleyip yoğurun, vaktiniz varsa dinlendirin.
  • Çöp şişlere geçirip ızgarada ya da teflon tavada her iki tarafını da kızartın.
Not:
  • Normal köfte şeklinde de yapabilirsiniz.
  • İstediğiniz baharatla tadını zenginleştirebilirsiniz.

11 Ekim 2011 Salı

Patlıcan Piyazı


Bu salatayı ramazandaki mini iftar davetimiz için hazırlamıştım. Ramazandaki tarif bolluğu, sonra bayram ve işe dönme telaşı ile pek çok tarifimi yazmaya fırstatım olmamıştı. Şimdi yaz sebzeleri tamamen kalkmadan onları sizlerle paylaşmak istiyorum.

Bu tarifin fotoğrafını dergide gördüğümde "bildiğin patlıcan salatası" diye düşünmüştüm. Tarifini okuduğumda farklılığının patlıcanın közlenerek değil, kızartılarak kullanılmasında olduğunu gördüm. Közlemekten daha zahmetsiz bulduğum için de denedim. Sonuç derseniz, yiyenler kızartma olduğunu fark edemedi :) Patlıcanların kabuğunu soyduğum ve az kızarttığım için görünümü köz gibiydi, tabii köze has koku yoktu... Bence patlıcanın en lezzetli hali közlenmişi ama her zaman yapmak mümkün olmuyor. Bu salata, közlenmişi kadar sağlıklı olmasa da ara sıra farklı ve pratik bir alternatif olarak yapılabilir.

Tarif Sofra dergisinin ağustos sayısından.

Malzemeler: (6 kişilik)
  • 4 adet patlıcan
  • 5-6 adet sivri biber
  • 2 adet domates
  • 2 diş sarımsak
  • Yarım limon suyu
  • 1 çay bardağı zeytinyağı
  • 2-3 dal dereotu
  • Tuz
  • Kızartmak için sıvıyağ
Yapılışı:
  • Patlıcanları alacalı soyup küp doğrayın. (ben kabuklarını tamamen soydum)
  • Üzerlerine tuz serpin ve bu şekilde 10 dakika bekletin.
  • Daha sonra üzerini geçecek kadar su ekleyin ve 5 dakika da bu şekilde bekletin.
  • Patlıcanların suyunu süzün, bol yağda kızartın.
  • Fazla yağını almak için kağıt havlu serilmiş bir tabağa alın.
  • Biberleri 1 cm büyüklüğünde doğrayıp kızartın (ben bütün halde kızartıp doğradım).
  • Domateslerin kabuklarını soyup küp küp doğrayın.
  • Sarımsakları dövüp bir kaba alın. Üzerine limon suyu, zeytinyağı ve tuz ekleyip karıştırın.
  • Patlıcan, biber ve domatesleri bir kaba alıp harmanlayın.
  • Hazırladığınız sosu üzerine gezdirin, dereotu ekleyerek servis yapın.