30 Ekim 2011 Pazar

Eskişehir'de Bir Hafta Sonu


Eskişehir, nedense gitmeden sempati duyduğum ve merak ettiğim şehirlerden biriydi. Hayatımın neredeyse tamamı İzmir’de geçtiği için denizi olmayan şehirlerde uzun süre kalamayacağımı düşünürdüm. Deniz kokusu olmadan nefes alamam gibi gelirdi… Bu önyargıma rağmen Eskişehir’i sevdim. Neden sevdim, bu şehirde neler yaptım, gelin anlatayım size.


Konforlu bir otobüs yolculuğu sonrası akşamüzeri Eskişehir'e geldik. Film, müzik, dergi, kitap derken 6,5 saatin nasıl geçtiğini anlamadım. Otogardan kalacağımız yere ulaşmak için tramvayı kullandık, böylece yavaş yavaş giden tramvayda mini bir şehir turu yapmış olduk. Tramvayı, burada geçirdiğimiz iki buçuk gün boyunca pek çok kez kullandık ve çok memnun kaldık. Seferleri çok sık, ucuz ve pek çok noktaya kolaylıkla ulaşabiliyorsunuz. Otelimize yerleştikten sonra en yakın noktadan şehri keşfe başlayalım dedik ve tramvay yolunu yaya olarak takip edip çarşı civarında dolaşmaya başladık. İlk dikkatimizi çeken, şehirde genç nüfusun fazlalığı oldu. Şehirde herkes genç; sanki yaşlı, hatta orta yaşlı kimse yok gibi…  Her yer cıvıl cıvıldı, şirin kafeler, renkli dükkânlar, gülümseyen insanlar... Üniversite şehri olduğu için çarşı çevresinde en çok yiyecek mekânları ve giysi mağazaları ağırlıktaydı ve her ikisinde de hem seçeneğin bol olduğunu hem de fiyatların uygun olduğunu belirtmeliyim. Bu çevrede özellikle araç trafiğine kapalı, sadece yaya ve tramvay için açık olan Doktorlar Caddesi’ne ayrı bir sempati duydum. Burası bana İzmir'in Kıbrıs Şehitleri'ni, İstanbul’un İstiklal'ini hatırlattı. Çarşı turumuz esnasında bir de büyük bir alışveriş merkezi olan Espark’ı gördük, ama alışveriş merakımız olmadığından içini gezmedik.



Yemek faslına gelince, gidilecekler listesinde bulunduğumuz noktaya en yakın olanı Papağan'dı; orada çiğ böreğin tadına baktık. Gitmeden önce pek çok kimseden buranın methini duymuştum, nette biraz araştırdığımda ise bir o kadar da olumsuz bahseden olduğunu gördüm, deneyelim görelim dedik. Tahmin ettiğimin aksine kalabalık değil boştu, servis hızlıydı (en çok bu konularda şikayet duymuştum). Çiğ börek sıcaktı ama yumuşaktı, ben çıtır umuyordum, Daha iyisini yiyene kadar -ondan birazdan bahsedeceğim- İzmir’de -hatta Alaçatı’da-yediğim çiğ börek daha lezzetliydi diye düşünecektim.



Çiğ böreği sadece tadımlık yediğimiz için yemek arayışımız sürdü. Mehmet Yaşin’in programında görüp gitmek için notlarıma eklediğim Tatlıdil Köftecisi kapatmıştı -saat 9 civarıydı!- “Balaban Kebabı bulunur” yazdığı için - şehre özgü bir yemek olduğundan merak ediyordum- Bool Köfte yazan bir yere rastgele girdik. Balaban kebabı, altta pide, üzerinde domatesli sos ve yoğurt en üstte de köfteler ve ortasında çok az et şiş olan bir yemek. Tadı fena değildi, ama iyi yapılan bir yerde çok daha lezzetli olacağından eminim. Orada bir de “ada kebabı”nı deneyelim dedik, bu yemeğin de tabanı aynen “balaban kebabı” gibi, farklı olarak üzerinde bol kimyonlu dilimlenmiş tavuk ızgara vardı. Her iki yemeğin de soğuk gelmesi ve servis için uzun süre beklememiz rastgele bir yere girmememiz gerektiğini gösterdi bize. Burada üzümden yapılan bir içecek olan şırayı da denedik, ama üzümden çok su tadı baskındı.



Gezimizin ikinci günü hedefimiz, fotoğraflarını görüp evlerinin güzelliğine hayran olduğum ve görmek için sabırsızlandığım Odunpazarı’ydı. Eğer vaktiniz uygunsa burası bir gününüzü ayırmanız gereken bir yer bana göre.



Bu bölgede gezilecekler listemde Cam Müzesi, Atlıhan El Sanatları Merkezi, Kurşunlu Camii ve Külliyesi, Lületaşı Müzesi ve Şelale Park yer alıyordu. Ben bu sırayla gezmedim, ama size bu sıralamayı tavsiye ederim.



Restore edilen evlerin bulunduğu sokakta yürümeye başladım, her sokağı detaylı bir şekilde gezmek ve bol bol fotoğraf çekmekti niyetim. Evlerin hepsi birbirinden güzeldi gerçekten. Oradaki eski ve yıkılmak üzere evleri, bir de restore edilip hepsi ayrı renkte, ışıl ışıl evleri yan yana görünce bu restorasyonla belediyenin ne kadar güzel bir iş yaptığını gördüm, “Geleceğe miras bıraktık” demekte haklıydılar.



Ben Kurşunlu Camii’ne doğru giden ve kalabalık olan sağdaki yoldan değil, boş olan soldaki sokaktan gitmeyi seçtim daha rahat fotoğraf çekebilmek için. O yolda güzel evlerin fotoğraflarını çekip o evlerle, orada yaşayan insanlarla ilgili hayaller kurarak ilerlerken Şelale Park’ın tabelasını gördüm. Ne kadar ilerde olduğundan habersiz yürümeye başladım, etrafta hiç insan olmayıp sadece araba geçiyor olması, yakın olmadığını düşündürdü ise de azimle devam ettim ve süre tutmadım ama sanırım en az yarım saat boyunca mola vermeden dik bir yol boyunca yürüdüm. Neyse ki yol boyunca çeşmeler vardı… Aracınız varsa o şekilde çıkmanızı tavsiye ederim, yoksa yürüyerek de çıkabilirsiniz ama benim gibi öğle sıcağında ve (fotoğraf makinası gibi) bir ağırlıkla denemeyin derim.



Şelale Park’a ulaştığımda gördüğüm manzara yorulduğuma değdi, dedirtti. Burada Eskişehir’i tepeden ve geniş bir açıyla görebiliyorsunuz. Ayrıca orada keyfinize keyif katmak için bu manzara eşliğinde soğuk bir şeyler içebileceğiniz ya da meşhur çiğ böreğin tadına bakabileceğiniz bir tesis de mevcut.



Buraya oturmak istemezseniz izleme terası denilen bölümlerdeki banklara oturup ya da çimlere uzanıp manzaranın tadını çıkarabilirsiniz.



Burada kantin işlevi olan bir değirmen ve renkli bir çocuk parkı da var. Tabii parka adını veren şelaleyi unutmamalı. Su sesi her zamanki gibi insana huzur veriyor ve atmosferi daha da güzelleştiriyor.



İniş yolu çıkışa göre daha rahat ve kısa sürdü. Aklımda erken kapanabilecekleri düşüncesiyle önce müzeleri gezmek vardı ama önüme ilk olarak Kurşunlu Camii çıktı. Rehber, kalabalık bir gezi topluluğuna camii hakkında bilgi veriyordu. Bir ara onların peşine takılmayı düşündüysem de yalnız dolaşma fikri daha ağır bastı ve camiin fotoğraflarını çektikten sonra iç kısmında yer alan Lületaşı Müzesi’ne girdim. Çok büyük bir müze değil, ama ilgi çekici.




Burası iki salondan ibaret. Girişin solunda yer alan salonda lüle taşından yapılmış ürünler sergileniyor, karşısında yer alan salonda ise yine lületaşından yapılmış çeşitli objelerin, takıların, ebru ve hat sanatı ile hazırlanmış ürünlerin satışa sunulduğu bir salon var.



Lületaşı Müzesi’nden sonra bir iki dakikalık yürüyüş mesafesinde Atlıhan El Sanatları Çarşısı vardı. Burada da ağırlıklı olarak lületaşı ile hazırlanıp satışa sunulan el emeği ürünler bulunuyor. Çok büyük bir yer değil, ama görülmeye değer, özellikle takı ve aksesuar merakınız varsa…


Buranın çıkışında park halinde nostaljik arabalar gördüm, daha sonra bunları TRT için çekilen Mor Menekşeler dizisi için orada bulunduğunu öğrendim.


Oradan Cam Müzesi’ni aramaya koyuldum, yanlış yol tarifleri ile çok dolaşarak bulduğum müzenin cadde üstünde, hemen fark edilecek bir konumda olduğunu görünce şaşırdım. Bu müzeye akşamüzeri 5 civarı kapanacağı endişesiyle ulaştığımda, saat 7’ye kadar açık olduğunu öğrendim. Buraya girişin de Lületaşı Müzesi’ne girişin de ücretsiz olduğunu belirteyim bu arada.



Cam Müzesi, önce girişindeki görkemli avize ile karşılıyor. Ardından müzedeki odacıkları dolaşmaya başladığınızda camdan yapılmış çok değişik ürünleri görme imkânınız oluyor.


Burada yer alan bir odada ise Cumhuriyet Kadınları adlı fotoğraf sergisi yer alıyor. Bu sergide fotoğrafların yanı sıra sergide yer alan isimlerin özel günlerine ait kıyafet örnekleri de bulunuyor. Yine aynı bölgede bulunan Cumhuriyet Tarihi Müzesi’ni ise kapalı olduğu için gezme fırsatım olmadı.


Bu uzun ama keyifli geziden sonra sıra akşam yemeğine geldi. Bu kez işimizi tesadüfe bırakmayarak tavsiye edilen bir mekân olan -hatta İzmir’deyken web sitelerinden menülerini incelediğim- Eskişehir Çiğ Börek Evi’ne gittik. Burası adı çiğ börek evi olmakla birlikte Eskişehir ve Tatar mutfağına ait pek çok yerde bulamayacağınız özel yemekleri hazırlayıp sunan bir mekân. Menüyü görünce bize değişik gelen, daha önce tatmadığımız yemeklerden hangisini seçeceğimizi şaşırdık. Bazılarının tükenmiş olması işimizi kolaylaştırdı J Buraya gelmeden önce mutlaka tatmamızın tavsiye edildiği “sorpa çorbası” ile açılışı yaptık. Kuzu eti kullanıldığı için tadının ağır olacağını sanmıştım, ama kesinlikle öyle değil, çok lezzetli bir çorbaydı. Sorpa dışında menüde “kaşıkbörek” çorbası da dikkatimi çekti, ama diğer yemekleri tadabilmek için denemedim. Bizimle ilgilenen garson, ana yemek olarak balaban kebabı ya da et savut önerdi, bir gün önce balaban kebabını denemiş olduğumuz için tercih etmedik, ama buradakinin daha lezzetli olduğundan eminim. Et savut ise kol sarma dışında karışık ızgaradan oluşan bir tabak. Biz yöresel lezzetler tatmak istediğimiz için çiğ börek, göbete ve katlamayı seçtik. İyi ki çiğ böreğe bir şans daha vermişiz, buradakini çok sevdik, hamuru ince ve çıtır çıtırdı, önceki kadar yağlı değildi ve iç harcı daha lezzetliydi. Göbete ilk kez tattığım bir lezzetti, açıkçası iç harcında kıyma ve pirinç olduğunu bildiğimden klasik bir kıymalı börekten farklı bir şey değildir, şeklinde bir önyargım vardı. Ama yanılmışım baklava gibi incecik ve çıtır çıtırdı her katı. Yapımı biraz meşakkatli olup özel günlerde yapılan bu böreği tattığım için gerçekten şanslı görüyorum kendimi. Katlama ise yine göbetedeki gibi ince bir hamurun katlanıp pişirilmesi ile oluşan ne tatlı ne tuzlu bir hamurişi, ortasına şeker konularak servis ediliyor. Tatlı büfesinde bir şey kalmadığı için katlamayı tatlı niyetine yedik, ama menüdeki tatlılarda aklım kaldı. Ayrıca burada klasik mantının yanı sıra Özbek mantısı, Tatar mantısı gibi farklı mantı çeşitleri de vardı. Bu şehre turist olarak geldiyseniz ve sizin için bu yöresel tatları hazırlayacak Eskişehirli bir aile yoksa burayı kesinlikle tavsiye ederim.


Gezimizin üçüncü ve son gününe otogarın karşısında yer alan Kentpark’ı gezmekle başladık. Gerçekten görülmeye değer bir yer, gölet, yürüyüş parkuru ve yeşil alanın yanı sıra en ilgi çekici yanı plajı. Denizi olmayan bir şehre ancak bu kadar güzel bir plaj yapılabilirdi, kumuyla, şezlongu şemsiyesiyle her şey düşünülmüş. Bunu hayal eden ve hayali gerçeğe dönüştüren belediye başkanı gerçekten tebrik edilmeli. Şehrin her yeri olduğu gibi burası da çok temiz ve düzenli. Plaj kısmı hariç gölete giriş de ücretsiz. Plaj girişi ise oldukça uygun fiyatta.


Kentpark’tan sonraki durağımız Bilim, Kültür ve Sanat Parkı oldu. Tramvay ile Atatürk Lisesi’nin olduğu caddeye gelip oradan otobüs ile gittik (11 ve 17 numaralı otobüsler gidiyormuş, Sazova minibüsleri ile de ulaşım sağlanabiliyormuş). Kütahya yolu üzerinde yer alan bu parka, arabanız yoksa ulaşım biraz zor o yüzden detay vermek istedim J



Bilim Parkı’na girer girmez rengarenk, şirin mi şirin lokomotif dikkatimizi çekti. Bunlara binerek -bu da ücretsiz!- parkın etrafında bir keşif turu atabilirsiniz, çok keyifli kesinlikle atlamayın derim. Bu turda zaten iki yapı dikkatinizi çekiyor: Biri masal köşkü, diğeri ise korsan gemisi. Masal köşküne giremiyorsunuz, sadece fotoğraf çekebilirsiniz, gemi ise müze kategorisinde 1 TL’lik ücret karşılığında içini gezebilirsiniz.


Oradan ayrıldığımızda aklımızda gitmeden önce mutlaka yapmak istediğimiz Esbot turu vardı. Bunun için çarşıda bulunan Köprübaşı İskelesi’ne geldik, saatlerine daha önce belediyenin sitesinden bakmıştık, daha vakit olmasına rağmen kapasitesi dolduğu için binemedik, bir sonrakini beklerken bir yemek molası verelim dedik.


Az vakit olduğundan hemen karşıda yer alan Pino Hamburger’i tercih ettik. Daha önce bana tavsiye edilen bir yer olmasına rağmen pek beklentim yoktu. Ama “Pino hamburgeri” de “Pino tava” da çok lezzetliydi. En başta ekmeği ile fark yaratıyor, klasik hamburger ekmeğinden daha büyük ve lezzetli bir ekmeği var ve hamburgerin yanında bir tane de boş ekmek getiriyorlar J Hamburgerin içeriği de zengin. Eskişehir’e özgü bir hamburgerci olan Pino da memnun kaldığımız yerlerden biri oldu; denenmeli derim. Esbot’un hareket saatinde iskeleye varıp bir süre bekledikten sonra kanallardaki bir arıza yüzünden botun gelemediğini öğrendik. Bizim niyetimiz botla otogarın karşısında bulunan Kentpark’a geçip oradan otobüsümüze binip İzmir’e doğru yol almaktı. Maalesef Eskişehir’in güzelliklerinden birini yaşayamamış olduk ama size tramvay turunun yanı sıra bot turunu da mutlaka tavsiye ederim.

Gezimizi tamamlamadan önce, bana tavsiye edilen ama benim kısıtlı zamanımda gidemediğim yerleri de sıralayayım ki belki sizlerin işine yarar. Merkezde yer alan Haller Gençlik Merkezi, çok büyük bir yer olmasa da içindeki mekânlarla özellikle gençlerin tercih ettiği bir buluşma noktasıymış. Burada özellikle Mazlum Pastanesi’nde gelincik şerbeti ile soslanan su muhallebisini tatmam önerilmişti. Bunun dışında Eskişehir’in Laila’sı denilen 222, gece hayatını sevenlerin ya da canlı müzik dinlemek isteyenlerin ilgisini çekebilir.

Eskişehir’den dönerken alınacak şeyler olarak genelde lületaşından yapılmış ürünler, haşhaşlı hamur işleri (ekmek, börek vs) ve met helvası tavsiye ediliyor. Met helvası pişmaniyenin sıkıştırılıp farklı bir form verilmiş hali.

Eskişehir’de iki buçuk gün bize yetmedi, her anı çok keyifliydi. Burası tarihi ve doğal güzellikleriyle, yenilikleriyle, temiz ve düzenli haliyle, güleryüzlü insanlarıyla, lezzetleriyle kesinlikle görülmesi gereken ülkemin güzel şehirlerinden biri.

0 yorum:

Yorum Gönder